Adolescence etkisi! Diziden gerçek hayata…

0



Ergenlik dönemine dair çarpıcı anlatımıyla büyük ses getiren Adolescence, sadece bir hikaye olmanın ötesine geçti. Dizi, ergenlik dönemine dair pek çok soruyu yeniden gündeme getirerek izleyicileri derinlemesine düşünmeye sevk etti.

Klinik Psikolog Aybeniz Yıldırım, “Adolescence bende çok büyük etkiler yarattı; çünkü ne yazık ki benzer olayları kendi ülkemizde de sıkça görebiliyoruz” diyerek, dizideki karakterlerin gerçek hayatta da karşılığı olduğunu vurguluyor.

Klinik Psikolog Yıldırım, ailelerin ‘Çocuğumuz bizimle beraber aynı çatının altında, güvende, odasında, hiçbir problem yok’ şeklinde düşünmemesi gerektiği çağrısında bulunuyor ve ekliyor: “Çocuklara her istediğinin alınması ya da maddi olarak desteklenmesi yeterli değil. Ruhsal açıdan da desteklenmesi ve iç dünyalarında neler yaşandığının fark edilmesi çok önemli. Çocuklarımızın iç dünyalarını fark etmeliyiz” diyor.

ŞİDDET EĞİLİMİ ARTTI

Son zamanlarda ergenlik döneminde şiddet eğiliminin arttığına değinen Psikolog Aybeniz Yıldırım, şiddetin tek bir nedene indirgenemeyeceğini söyledi.

Yıldırım, dizideki örnekler üzerinden aileyle ilişkiler, sosyal medya, akran zorbalığı gibi faktörlerin altını çizdi ve sözlerine şöyle devam etti: “Dijital ortamın dili, emoji kullanımı bile bir anlam taşıyor. Gençler meydan okumalarla birbirlerine zarar verebiliyor. Sosyal medyada bir kimlik oluşturma çabası, güç gösterisine dönüşebiliyor.”

SORUNSUZ BİR AİLE, SORUNSUZ ÇOCUK DEMEK Mİ?

Dizide Jamie’nin babası Eddie Miller, küçükken kendi babasından fiziksel şiddet görmesine rağmen kendi çocuklarına hiç şiddet uygulamadığını ifade eder. Bu çerçeveden bakıldığında aile sorunsuzdur. Klinik Psikolog Yıldırım, “Baba aslında çok güzel bir şey söylüyor. Kendisinin uzun zaman fiziksel şiddete uğradığını dile getiriyor. Burada uzun zaman fiziksel şiddete uğramış birinin yaşadığı o duygularla nasıl baş edebildiğine bakmak gerekiyor. Bu süreci nasıl çözdü? çünkü baba, çocuklarına fiziksel şiddet göstermiyor ama belki duygusal bir yoksunluk ya da duygusal bir ihmal söz konusu. Bu da işleri başka bir noktaya götürüyor. Dizide yine dile getirilen, çocuğa her istediğinin alınması konusu bizlerin de çok sık karşılaştığı bir durum. Çocuklara her istediğinin alınması ya da maddi olarak desteklenmeleri çocuklar için yeterli değil. Çocukların ruhsal açıdan da desteklenmesi ve iç dünyalarında neler yaşandığının fark edilmesi çok önemli” diyor.

DIŞ DÜNYAYLA BAĞ KURMAK İSTEMİYORLAR

Klinik Psikolog Aybeniz Yıldırım, yapılan araştırmalara göre tablet ve benzeri teknolojik aletler kullanıldıkça çocukların manevi açıdan eksiklik yaşamaya başladığını söylüyor.

Sosyal medyada geçirilen uzun saatlerin çocukları gerçek hayattan kopardığını söyleyen Yıldırım, “Bir tıkla istedikleri ödülü alabildikleri sanal dünyada daha çok vakit geçirmek istiyorlar. Fiziksel olarak da dış dünyayla bağ kurmak istemiyorlar”

SOKAKTA KEDİ-KÖPEK SEVEN ÇOCUK SEVGİYİ ÖĞRENİYOR

Yıldırım, “Özellikle pandemi sonrasında dışarıya çıkmak istemeyen çocuklar var. Çocuk dışarıya çıkmadığında birçok şeyi sanal yoldan öğreniyor. Bazı manevi duygulardan mahrum kalıyor. Örneğin; dışarda kedi köpek sevdiğinde, sevgiyi öğreniyor. Dışarda sıra beklemesi gerekiyorsa beklemenin doğal olduğunu öğreniyor. Bir çok örneği dışarıda canlı olarak görüyor. Ancak biz bunları çocuklara öğretmediğimizde çocuk birçok şeyi kendine hak görüyor ve öfkelenmeye başlıyor. Öfkenin bir dışa vurumu olarak da fiziksel şiddete meyilli olabiliyorlar” diyor.

BİRÇOK ŞEY SANAL ORTAMDA NORMALLEŞTİRİLİYOR

Yıldırım, “Sanal ortamda bir çok şey normalleştiriliyor. Örneğin, oynadıkları oyundaki zarar verme davranışları normalleşiyor. Bunun normal olduğunu, yani özellikle küçük yaş grubunda bazı kavramlar tam olarak gelişmediği için yaptıklarının çok doğal olduğunu düşünüyor. Aileler, çocuklarını ‘sen çok özelsin, sen biriciksin’ diye yetiştiriyor ama buradaki sınırı belirleyebilmek çok çok kıymetli. ‘Sen ne kadar değerliysen karşındaki arkadaşın da o kadar değerli’ kısmını vurgulayabilmek çok önemli” ifadelerini kullanıyor.

Yıldırım, “Burada en kritik kavram dürtüsellik. O anda gelen kendini iyi hissetmeme ya da hakkının çiğnenmesi gibi duygularla tetiklenen bir çocuk kendini diğer kişiye zarar verebilecek bir hakta görebiliyor. Kendi içinde ‘beni üzdü, beni kırdı, benim hakkımı aldı’ gibi düşünebiliyor. Burada kişinin kendini durdurabilme yetisi çok kıymetli. Yani biz bunu bu yaş gruplarında da daha ileriki yaşlarda da görüyoruz. Örneğin, sık sık trafikte karşılaştığımız öfke krizleri, öfke patlamaları ve şiddete varan olayları, çok küçük bir olayla beraber kişilerin ne kadar büyük tetiklenebildiklerini ve bu tetiklenmeyle beraber de çok tepkisel davranabildiklerini görüyoruz” diyor.

“BENİ SEVDİN Mİ” SORUSU ONAYLANMA İHTİYACININ BİR GÖSTERGESİ

Dizide izleyiciyi en çok sarsan sahnelerden biri, Jamie’nin görüştüğü psikologa “Beni sevdin mi?” sorusunu sorduğu an. Psikolog Yıldırım’a göre bu, onaylanma ihtiyacının bir dışavurumu.

Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Biz şunu söylüyoruz; ev içerisindeki iletişim gerçekten iyi olduğunda, çocuk sorun yaşadığında da bu durumu ailesine çok açık bir şekilde dile getirebiliyor ama bu dizide de gördüğümüz gibi çocuk aslında çok büyük bir sorunla baş başa kalıyor. Akran zorbalığı yaşıyor ve bunu aktarma noktasında çok büyük sorunla karşı karşıya kalıyor.”

Onay alma ihtiyacının davranışları şekillendirdiğini belirten Yıldırım, “Ergenler ailelerinden çok yaşıtlarını dinliyor. Instagram gibi mecralarda daha çok beğeni almak için sürekli kendilerini ispat etmeye çalışıyorlar. Bunun sonucunda beden algıları, güzellik algıları noktasında çok fazla sorun yaşayabiliyorlar ve kendilerini oldukları gibi kabul etmede zorluk yaşıyorlar. Bu da tehlikeli sonuçlarla karşılaşmalarına neden olabiliyor” diyor.

OLAYLAR YAŞANMADAN ÖNCE ÖNLEM ALINMALI

Klinik Psikolog Yıldırım, “Bizler hep bir sorun olduktan sonrasını konuşuyoruz ve geç kalıyoruz. Ancak olay olmadan önce neler oluyor, çocuk neler hissediyor ya da tam olarak oradaki ihtiyacı ne, biz o ihtiyaçlarını destekleyebiliyor muyuz ve çocuk tam olarak desteklendiğini fark edebiliyor mu gibi noktalara bakmalıyız. Burada ailelerin yanı sıra öğretmenlerin, özellikle eğitim alanında olan kişilerin çocukların bireysel süreçlerini desteklemesi lazım. Her çocuğun aslında bireysel özelliklerinin vurgulanabileceği bir sistemin olması gerekli” ifadelerini kullanıyor.

ÇOCUĞA KARŞI DİSİPLİNLİ Mİ YOKSA ESNEK Mİ DAVRANILMALI?

Çocuk yetiştirmenin bir sanat olduğunu dile getiren Yıldırım, şöyle söylüyor: “Aileler bazen çok büyük zorluklarla karşı karşıya kalabiliyorlar. Burada en önemli beceri iletişim becerisidir. Dizinin son bölümünde de bahsedildiği gibi belki fiziksel şiddet olmayabilir ama psikolojik şiddet olabilir. Şiddetin birçok alt parametresi var. Çocuk büyürken bazı duygulardan yoksun kalmış, ihmal edilmiş olabilir. Duyguların yaşanması lazım. Çocuk üzülmesin diye bir hayat kurmaya çalışıyoruz ama negatif duygular olarak tanımladığımız öfke, sinir, üzülme, kırılma gibi tüm duyguları yaşaması doğal olan. Çocuk gerektiği zaman üzülebilmeli ve üzüldüğünde o duyguyla başedebilmeli. Burada ailelere önerim; her zaman çocuğun iç dünyasının fark edilmesi. ‘Çocuğumuz bizimle beraber aynı çatının altında, odasında, bir problem yok’ şeklinde düşünülmemeli. Zaman zaman gerçekten onlarla akranları gibi sohbet etmeliyiz, iç dünyalarını fark etmeliyiz, yaşadıkları sorunları nasıl çözmeye çalıştıklarını anlamalıyız. Bunlar çok değerli.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir